
Bugün gazeteyi açtığımızda gözümüz ister istemez köşe yazılarına takılır. Gündeme dair görüşler, yorumlar, eleştiriler, bazen bir dertleniş, bazen bir umut… O yazılar sadece birer paragraf ya da sütun değildir; bir dönemin aynası, halkın sesi, vicdanın kalemle buluştuğu yerdir.
Peki bu yolculuk nerede başladı?
Tam 1860 yılında, Şinasi ve Agah Efendi’nin birlikte çıkardığı Tercüman-ı Ahval gazetesiyle. Türk basın tarihinde bir dönüm noktasıydı bu. Çünkü Şinasi, sadece haber vermekle yetinmeyip, okuyucusuna düşünce sunan, fikir öğreten, eleştiren yazılar kaleme aldı. İşte bu, Türkiye’de modern anlamda ilk köşe yazısı kabul edilir.
Şinasi’nin cesur kalemi, dönemin padişahına karşı gelmeden ama halkın sorunlarını dile getirerek yeni bir çığır açtı. Kalem, o günden sonra yalnızca yazmak için değil, aydınlatmak için tutuldu.
Günümüzde ise köşe yazarlığı daha çok ses, daha geniş kitleler ve daha farklı platformlarla devam ediyor. Artık sadece gazetelerde değil, dijital mecralarda, sosyal medyada da köşe yazarlarına rastlıyoruz. Ancak soru şu: Hala aynı sorumlulukla mı yazılıyor bu yazılar?
Geçmişin köşe yazarları; düşünceyi şekillendiren, halkı bilgilendiren, yönetime ayna tutan birer fikir işçisiydi. Bugünse bazen popülerlik, bazen algı yönetimi, bazen çıkar ilişkileri köşe yazılarının arkasında gizli durabiliyor. O yüzden kalemin yönü kadar niyeti de önemli hale geldi.
Ama ne olursa olsun; hala bu mesleği onuruyla sürdüren, halk için yazan, toplumun nabzını tutan, cesur ve vicdanlı köşe yazarları var. Tıpkı Şinasi’nin mirasına sahip çıkar gibi, onlar da bugünün “tercüman-ı ahval”i olmayı sürdürüyor.
Unutmamalıyız:
Köşe yazarlığı sadece yazmak değil; sorumluluk almak, aydınlatmak ve doğruları savunmaktır. Kalemin ucu ince ama etkisi derindir. Ve doğru ellerde, o kalem hala çok şeyi değiştirebilir........